Kasım 14, 2010

Edgar Allen Poe'nun "Annabel Lee"si


senelerce senelerce evveldi;
bir deniz ülkesinde
yaşayan bir kız vardı, bileceksiniz
ismi annabel lee;
hiç bir şey düşünmezdi sevilmekten
sevmekten başka beni.


o çocuk ben çocuk memleketimiz
o deniz ülkesiydi,
sevdalı değil kara sevdalıydık
ben ve annabel lee;
göklerde uçan melekler bile
kıskanırlardı bizi.


bir gün işte bu yüzden göze geldi
o deniz ülkesinde,
üşüdü rüzgarından bir bulutun
güzelim annabel lee;
götürdüler el üstünde
koyup gittiler beni,
mezarı ordadır şimdi,
o deniz ülkesinde.

 
biz daha bahtiyardık meleklerden
onlar kıskandı bizi-
evet!-bu yüzden(şahidimdir herkes
ve o deniz ülkesi)
bir gece bulutunun rüzgarından
üşüdü gitti annabel lee.

sevdadan yana, kim olursa olsun,
yaşça başça ileri,
geçemezlerdi bizi;
ne yedi kat göklerdeki melekler,
ne deniz dibi cinleri,
hiçbiri ayıramaz beni senden
güzelim annabel lee:


ay gelir ışır, hayalin irişir
güzelim annabel lee;
bu yıldızlar gözlerin gibi parlar
güzelim annabel lee:
orda gecelerim, uzanır beklerim
sevgilim, sevgilim, hayatım, gelinim
o azgın sahildeki,
yattığın yerde seni.


Çev: Melih Cevdet Anday

Kasım 13, 2010

Dino Buzzati'nin "Tatar Çölü"

Aniden geceye yakalandığında, Giovanni Drogo halâ yol alıyordu. Vadi daralmış, kale, dağların kalın perdesi ardından yok olmuştu. Tek bir ışık, en ufak bir gece kuşunun çığlığı dahi yoktu; yalnızca arasıra uzaklardaki bir suyun çağıltısı duyuluyordu. (s.11)

Kale, ona, dahil olacağını asla düşünmediği, ama gözüne kötü göründüklerinden değil, yalnızca alıştığı yaşamdan çok uzak olduklarından dolayı düşünmediği meçhul dünyalardan biri olarak görüyordu. (s.22)

Ahmet Haşim'in "Bize Göre"si

ERKEKLEŞME
...
Altın gözlerinin tılsımını ve mercan dudaklarının ateşini bir kâğıt çantasına, bir mürekkepli kaleme ve bir muşambalı pardösüye değişen modern kadınla, beş on dakika, biraz yakından konuşmak, erkekleşme merakının kendisine ne pahalıya oturduğunu anlamağa kâfidir: İş kadını - erken yazıhanesine gitmeğe ve geç evine dönmeğe mecbur olduğu için, yıkanmağa ve temizlenmeğe hiç vakti olmayan kirli iş adamı gibi- acı acı ter, kepek, yağ ve toprak kokuyor. Lavanta ve pudra, deriden ve saçtan dağılan o karışık kokuyu daha iğrenç yapmaktan başka bir şeye yaramıyor.



KELİMELERİN HAYATI
...
Melek nedir?
Edebiyattaki manasına göre, melek bir kadındır ki gözleri mavi, saçları sarı ve beyaz entarisinin etekleri uzundur. Hıristiyan sanatında melek, lepiska saçları topuklarına kadar uzanan, büyük güvercin kanatlı, mahcup bir genç kız şekline benzetilir ve daima elinde sur cinsinden uzun bir musiki aleti olduğu halde, gökte beyaz bulut yığınlarının kenarından tebessüm ettirilir.

Bu verem çehreli maverai güzelin örneği, kadın kıyafetinin son inkilâbına kadar devam edebilmişti. Fakat kadın saçları, berber makasıyla kısalıp, eteklerin yarısı da terzi nefesiyle uçarak dizleri çıplak bıraktığı günden sonra, melek, birden geçmişin silik şekilleri arasına düşmüştür.


DOSTUM
...
Dostum, alalade bir insandır, onun için tarifi gayet müşküldür. Vücudunun kusurlarını elbise ile gizlemek hünerinden habersizdir, yani şık değildir. Ahlak kaideleriyle de ruhunun çirkinliklerini saklamayı bilmez, yani ikiyüzlü değildir.

Refik Halit Karay'ın "Gurbet Hikayeleri"

AKREP
...
Uzakta kalanlar için İstanbul'un kaldırımları bozuk değildir, sokaklarda çamur ve süprüntü yoktur; tramvaylarda ve vapurlarda azap çekilmez. Musluklardan Terkos yerine kevser akar, sersemletici lodos ılık bir buse, dişleri poyraz bir serin nefestir. Bilhassa çölde onu konuşurken hep beyaz yelkenlerin kayıp gittiği şurup renkli denizler, avize gibi şıkırdayan pınarlar, çınar ve çitlembik gölgeleri, çilek tarlaları, fulya bahçeleri, tüy gibi ince kadınlar ve ağızlarından şekerleme kadar tatlı sözler dökülen kızlar görürsünüz.


ZİNCİR
...
Can sıkıntısının bir sesi vardır; bunu ancak, böyle bir zamanda, o gurbet odasında duyarsınız: Eski mobilyaların tahtalarını dişleyen gizli kurtların biteviye çıkardığı kemirici, dişleyici ses... Birden eskiyiveren gönlünüzde bu kurdu ve bu sesi işitirsiniz ve oyduğu delikten incecik tozların içinize biriktiğini duyarsınız.

Ekim 13, 2010

Schopenhauer'in "Okumak,Yazmak ve Yaşamak Üzerine"si

OKUMAK VE KITAPLAR ÜZERİNE
  • Okurken bir başka kimse bizim için düşünür: Biz sadece onun zihin sürecini takip etmekle yetiniriz. Okurken zihnimiz aslında başka birisinin düşüncelerinin oyun alanından başka bir şey değildir.
  • Çok fazla okuyan ve arada düşünmeksizin geçirilen eğlence yahut meşgale ile kendisini eğlendiren kimse, yavaş yavaş kendi kendine düşünme yeteneğini kaybeder.
  • Her boş vakitte okumak ve sürekli olarak sadece okumak zihni, mütemadiyen elle çalışmaktan daha fazla felç edici bi etkiye sahiptir.
  • Bir kimse ne kadar fazla okursa, okuduklarından kalan izle de kaçınılmaz olarak o kadar az olacaktır. İnsanın yediklerinin ancak beşte biri hazmedilir.
  • Üslup sahibi yazarları okuyarak edebi niteliğe ulaşılamaz.
  • Okumak söz konusu olduğunda geri durabilmek -nerede duracağını bilmek- çok önemli bir şeydir.
  • Okuma zamanınızı sınırlamaya dikkat edin ve okumak için ayırdığınız zamanı da münhasıran bütün zamanların ve ülkelerin büyük kafalarının eserlerine tahsis edin, onlar insanlığın geri kalanını yukarıdan seyrederler, şöhretleri onları zaten bu hüviyetiyle tanıtır.
  • İyi olanı okumak için kötü olanı hiçbir zaman okumamayı insan kendine düstur edinmeli.
  • Eğer okuyabilecek zamanı da satın alabilseydi, kitap satın almak insan için iyi şey olurdu.
  • Bir insanın okuduğu her şeyi muhafaza etmesini istemek, yediği her şeyi midesinde muhafaza etmesini istemekten farksızdır. Yediği şey onu bedenen, okuduğu şey de zihnen beslemiştir ve o bununla ne ise o olmuştur.
  • Herhangi önemli bir kitap derhal iki kez okunmalıdır.

Eylül 27, 2010

Eylül 26, 2010

Dostoyevski'nin "Beyaz Geceler"i

...Yoksa o bir an için bile olsa,
Senin kalbinin yanı başında
Olmak için mi yaratılmış?...
Turgenyev


Ama şu da var: Yarın buraya gelmeden edemem. Ben hayalperestim; benim öylesine az gerçek yaşamım oluyor, bunun gibi, şimdiki gibi dakikaları öyle nadir sayıyorum ki, bu dakikaları hayallerde tekrar yaşamadan duramıyorum. Bütün gece, bütün hafta, bütün yıl sizi hayal edeceğim. Ben yarın muhakkak geleceğim buraya, tam buraya, bu yere, tam bu saatte ve bir önceki günü hatırlayarak mutlu olacağım. Artık bu yer benim için kutsal. (s.37)

Şu an, sevgili Nastenka, şu anda yedi mühürlü kutuda bin yıl kalmış ve sonunda yedi mührün hepsini koparıp atmış Süleyman Peygamber'in ruhu gibiyim. Şu anda, sevgili Nastenka, böyle uzun bir ayrılığın ardından tekrar buluştuktan sonra, -çünkü ben sizi uzun zaman önce tanıdım, Nastenka, çünkü uzun zamandır birini arıyordum, bu da tam sizi aradığımın ve bizim şu anda kavuşmamızın kaderimizde yazılı olduğunun işaretidir- şu anda başımda binlerce musluk açıldı ve ben sözcükler nehrini boşaltmazsam boğulacağım. Bu yüzden, rica ederim beni bölmeyin, Nastenka, uysal ve sakince dinleyin; yoksa - tümden susarım! (s.47)

Eğer sizi yirmi yıldır seviyor olsaydım, bu halimden daha güçlü sevemezdim.! (s.57)

Mutsuzken, başkalarının mutsuzluğunu daha güçlü hissederiz; duygu parçalanmaz, yoğunlaşır... (s.72)

Ama sana kin tutmak mı, Nastenka! Senin açık, sakin mutluluğunu kara bir bulutla gölgelemek, acıyla suçlayıp senin kalbine sıkıntı düşürerek onu gizli bir pişmanlıkla iğnelemek ve onu saadet anında sıkıntıyla atmaya zorlamak, onunla birlikte kürsüye doğru giderken, kara buklelerine taktığın narin çiçeklerden birini olsun ezmek... Ah, hiçbir zaman, hiçbir zaman! Senin göğün açık olacak, senin tatlı gülüşün ışıklı ve berrak olacak, o öteki, yalnız, minnettar kalbe sunduğun saadet ve mutluluk anı için kutsanmış olacaksın!

Tanrım! Tam bir saadet anı! İnsanın bütün bir yaşamı için de olsa, az şey mi sayılır bu? (s.93)