Söylediklerim budalaca mı, akıllıca mı, umursadığım yok. Bildiğim bir şey varsa o da yanınızda konuşmam, durmadan konuşmam gerektiğidir. Konuşuyorum işte. Tüm gururumu yitiriyorum yanınızdayken. Bunu da umursadığım yok.
Ağustos 27, 2012
Ağustos 24, 2012
Italio Calvino'nun "Ağaca Tüneyen Baronu"...
Sözün özü, bütün hikâye anlatanlar gibi taşkınlığa kapılmıştı, gerçekten başından geçenlerin mi, yoksa eskiler yâd edildiği zaman onların anısıyla geri gelen, içinde duygu kırıntılarının, sıkıntıların, mutlulukların, kararsızlıkların, böbürlenmelerin, kendinden tiksinmelerin yer aldığı geçmiş saatler denizinin mi ya da hani yüksekten attıkça her şeyin pek kolay göründüğü, ama değiştire değiştire anlattıkça sonunda ille de gerçekte yaşanan veya yaşarken ne olduğu görülen şeylere geri dönüldüğünün anlaşıldığı tamamıyla uydurmanın mı daha güzel olduğunu kestiremiyordu.
Cosimo henüz, yaşama isteğinin anlatma isteğine ağır bastığı, yeterince şey anlatacak kadar yaşanmadığına inanıldığı yaşlardaydı, dolayısıyla ava çıkıyor, haftalarca ortalıkta görünmüyor, sonra kuyruğundan tuttuğu ağaçsansarları, porsuklar ve tilkilerle meydandaki ağaçların üstünde beliriyor, Ombrosalı aylaklara yeni hikâyeler anlatıyor, bunlar gerçekken anlattıkça uyduruklaşıyor, uydurdukça gerçek oluyordu.
Harper Lee'nin "Bülbül'ü Öldürmek"i...
Ağabeyim Jem on üç yaşındayken, kolu dirseğinden çok kötü kırılmıştı. İyileşip de bir daha asla futbol oynayamayacağı korkusu yatıştıktan sonra sakatlığını neredeyse unuttu. Sol kolu, sağından bir parça kısa kalmıştı. Ayaktayken ya da otururken, elinin ayası bedeniyle dik bir açı yapacak biçimde ayrık dururdu.
Ama o top oynayabildiği sürece bunlara hiç aldırış etmezdi.
(s:1)
Ağustos 23, 2012
Orhan Pamuk'un "Masumiyet Müzesi"...
Hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum.
Bilseydim, bu mutluluğu koruyabilir, her şey de bambaşka gelişebilir miydi?
(s:1)
Her akıllı insan hayatın güzel bir şey olduğunu, amacının da mutlu olmak olduğunu bilir.
Ama sonra yalnızca aptallar mutlu olur.
(s.172)
Bilseydim, bu mutluluğu koruyabilir, her şey de bambaşka gelişebilir miydi?
(s:1)
Her akıllı insan hayatın güzel bir şey olduğunu, amacının da mutlu olmak olduğunu bilir.
Ama sonra yalnızca aptallar mutlu olur.
(s.172)
Ağustos 21, 2012
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın "Saatleri Ayarlama Enstitüsü"...
Saatin kendisi mekan, yürüyüşü zaman, ayarı insandır.
Ayar, saniyenin peşinden koşmaktır.
Sevgi dediği şey hakikatte musallat bir fikirdi. O ancak elde etmekten hoşlanan insandı. Bir de kaybedeceğini anladığı zaman sevebilirdi.
Hayat benim için iki eli cebinde uydurulan bir masaldı.
Ben aşktan daima kaçtım. hiç sevmedim. Belki bir eksiğim oldu. Fakat rahatım. Aşkın kötü tarafı insanlara verdiği zevki eninde sonunda ödetmesidir. Şu veya bu şekilde... Fakat daima ödersiniz... Hiçbir şey olmasa, bir insanın hayatına lüzumundan fazla girersiniz ki bundan daha korkunç bir şey olamaz... Halit Ayarcı
Fakat hayır, bütün bunları yapabilmek, kendisini alışkanlıklarının dışında denemek için başka türlü adam olmak lazımdı. koşmak, kımıldamak, atılmak, istemek, isteyişinde devam etmek lazımdı. bütün bunlar benim için değildi. ben biçare bir gölge idim. yanımdan biraz sürtünerek geçen her adamın peşine takılan, ondan ayrılır ayrılmaz, iki kedi yavrusu gibi birbirine sokulan, birbirinin kucağında gülen, ağlayan iki çocukla çapaçul, biçare bir gölge... gül! dedikleri yerde gülen, ağla veya konuş dedikleri yerde konuşan, ağlayan, enteresan buldukları zaman enteresan olan, yüzüne bakmadıkları gün mevcut olmayan biçarenin biri. Hayri İrdal
Her şeyde bir çocuk saçı yumuşaklığı var.
Bazı insanların ömrü vakit kazanmakla geçer. Ben zamana, kendi zamanıma çelme takmakla yaşıyordum.
Ben şimdi saatlerimi üşengeçliğe ayarladım. Yarına üşeniyorum mesela o yüzden bu gün dün.
Hepimiz kendi masallarımızın kurbanıyız.
Şu hakikati kendi hayatım bana öğretti: insanoğlu insanoğlunun cehennemidir. bizi öldürecek belki yüzlerce hastalık, yüzlerce vaziyet vardır. fakat başkasının yerini hiçbiri alamaz.
Bir reçel kavanozuna düşmüşüm gibi bütün ömrümce tatmadığım bir yığın tatlı serzenişler içinde yavaş yavaş boğuluyordum.
Miguel De Cervantes'in "Don Kişot"u...
Böyledir işte kadınlar!
Kendilerini seveni küçümserler, nefret edeni de çılgınlar gibi severler.
Kendilerini seveni küçümserler, nefret edeni de çılgınlar gibi severler.
Peyami Safa'nın "Matmazel Noraliya'nın Koltuğu"
Aşkın gıdası mesafe.
Aşk bir melekedir.
Onun tekniği uzun bir histerinin şiddetli bir ihtiyaç haline getirdiği samimiliği bertaraf eden bir ustalık istiyor.
Aşk bir hayaldir.
Ve realitenin bu kadar bol ışığına dayanamaz. Onun kendisine göre bir itiraf tekniği olmalı. (s.297)
Aşk bir melekedir.
Onun tekniği uzun bir histerinin şiddetli bir ihtiyaç haline getirdiği samimiliği bertaraf eden bir ustalık istiyor.
Aşk bir hayaldir.
Ve realitenin bu kadar bol ışığına dayanamaz. Onun kendisine göre bir itiraf tekniği olmalı. (s.297)
Şeyh Galib'in "Hüsn ü Aşk"ı...
Beni Muhabbet Kabilesi'nde, aynı gecede biri kız diğeri erkek iki çocuk doğar. Kıza HÜSN (güzellik), erkeğe de AŞK adı verilir. Kabile büyükleri birleşip bu iki çocuğu doğdukları gün birbirine nişanlar. Hüsn ve Aşk okul çağına gelince "Mektep-i Edeb"e giderler, burada Molla-yı Cünun'dan ders alırlar. Daha sonra bu okulda birbirlerine aşık olurlar.
Hüsn ve Aşk'a, Sühan adında her şeyi bilen ve her kılığa giren bir ihtiyar yardım eder. Aşk, Hüsn'ü babasından ister. Kabilenin büyükleri bunun zorlu bir sınavı verdikten sonra gercekleşebileceğini söylerler.
Buna göre Aşk, gam ülkesini aşacak, mumdan gemi ile ateş denizini geçecek, bin başlı ejderhayı öldürecek, cin ve devlerle savaşacak, sonunda kalp diyarına varıp oradaki iksiri alıp gelecektir. Bunu yaparsa Hüsn ona verilecektir.
Aşk, Gayret ve Sühan'ın yardımıyla bunu basarır ve Hüsn'e kavuşur.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)