Kasım 04, 2014

Stendhal'in "Kırmızı ve Siyah"ı...

Yanakları kıpkırmızı, bakışları yerdeydi. Çelimsiz görünüyordu, yüz çizgileri inceydi ama düzgün değildi; kartal burunluydu Julien, on sekiz, on dokuz yaşlarında, ufak tefek bir delikanlıydı. Sakinken düşünceli ve ateşli olan iri, kara gözleri, o anda pek korkunç bir kini açığa vuruyordu. Pek aşağıdan başlayan ve alnını iyice darlaştıran koyu kumral saçları, öfkelendiği zaman yüzüne acımasız bir anlam veriyordu. İnsan yüzünün sayısız türleri içinde, öfkesini onunkinden daha farklı biçimde yansıtanı belki bulunmaz. Güçlü olmaktan çok çevik olduğu apaçık belli olanm bedeni, ince ve ölçülüydü. Henüz küçük bir çocukken, babası onun yaşayamayacağını, yaşasa bile ailesine yük olacağını düşünürdü. Evde herkes onu aşağılardı, o da babasından ve kardeşlerinden nefret ederdi. Kasaba alanındaki pazar oyunlarında her zaman yenilirdi. (s.18)

Çocuklar ona bayılıyor, Julien'se onları hiç sevmiyordu, aklı başka yerdeydi.Yumurcakların yaptıkları şeyler sabrını hiç taşırmıyordu. Soğuk, adil ve duygusuzdu, yine de seviliyordu, çünkü gelişiyle evdeki sıkıntı yok olmuştu, iyi bir öğretmendi. (s.34)

Paris'te sevgi, romanlara özgüdür. Genç öğretmenle sıkılgan hanımı, üç-dört romanda, belki de Gymnase'de söylenen dizelerde, durumlarının açıklığa kavuştuğunu görürlerdi. 
Bizim kara bulutlarımız altındaysa, yüreğinin inceliği yüzünden paranın verdiği zevklerden bazılarını bir gereksinim olarak gören ve yalnız bu yüzden hırslı olan yoksul bir delikanlı; çocuklarıyla ilgilenen, gerçekten akıllı uslu, romanlardaki davranış biçimlerini örnek almayan, otuz yaşındaki bir kadını, her gün seyreder yalnızca. Taşrada her şey yavaş gelişir, yol alır; doğallık vardır bu akışta.(s.38)


Kasım 03, 2014

John Steinbeck'in "Fareler ve İnsanlar"ı...

"Eskiden onunla beraberken çok eğlenirdim. Kendini idare etmekten yoksun olduğu için ona türlü şakalar yapardım. Ama o kadar ahmaktı ki, benim şaka yaptığımı bile anlamazdı. Ben pek gülerdim. Onun yanında kendimi çok akıllı hissederdim.Ona ne istesem yaptırabilirdim. Git kendini uçurumdan aşağı at desem, atardı. Bir süre sonra bu durum beni pek eğlendirmez oldu. Ne yaparsam yapayım bana kızmıyordu. Dayaktan canını çıkardığım oldu. İstese kemiklerimi un ufak edebilirdi ama bana asla el kaldırmadı." George'nin sesi itirafta bulunanlara özgür bir tona bürünmüştü.
"Bu duruma neden son verdiğimi anlatayım. Bir gün bir grup arkadaş Sacramento Nehri'nin kıyısında buluşmuştuk. Canım hava atmak istedi. Lennie'ye döndüm. 'Atla,' dedim. Lennie atladı. Tek kulaç bile atamadı. Sudan çekip çıkarmasaydık boğulacaktı. Onu kurtardığım için bir de bana nazikçe teşekkür etmesin mi? Ona atla dediğimi hemen unutuvermişti. O günden sonra bir daha asla böyle birşey yapmadım." (s.46)

Temmuz 22, 2014

William Faulkner'in "Döşeğimde Ölürken"i...


Kelimelerin bir şeye yaramadığını anladığım zamandı; kelimelerin söylemek istediklerine bile uymadıklarını...

Yaşantılarımız nasıl da esinti-siz'e, ses-siz'e dolanıp, karışıp gidiyor, yorgun hareketlerimiz yorgun yorgun eski özetleri yeniden anlatıyor; geçmiş zorunlulukların yankıları tel-siz'ler üstünde el-siz: günbatımında kızgın davranışlar takınıyoruz, yapma bebeklerin ölü hareketleri. Cash bacağını kırdı, şimdi de talaş akıp gidiyor. Ölüme değin kanıyor Cash kanıyor...

Temmuz 21, 2014

Dostoyevski'nin "Yer Altından Notları"...

Değerli okuyucularım. And içerim ki her şeyi tam anlamıyla anlamak bir hastalıktır. İnsanın günlük yaşamı için çok daha yalın bir anlama gücünün, şu kadersiz on dokuzuncu yüzyıl aydınının payına düşen anlayış gücünün yarısı, hatta dörtte biri bile yeterlidir. Hele bu insanlar yeryüzünün en duyarsız, en fırsatçı kentlerinden biri olan Petersburg’ta oturmak gibi bir felakete de uğramışlarsa daha azı bile yeter. (s.13)