Temmuz 30, 2015

Stefan Zweig'in "Amok Koşucusu"...

Hem uyumak, düş görmek istiyordum, hem de bu büyüden çıkmamak, tabutuma gitmemek. (s. 75)

Temmuz 28, 2015

Stefan Zweig'ın "Satranç"ı...

Sabit fikirli, 
kafasını tek bir düşünceye takmış her türlü insan, yaşamım boyunca beni çekmiştir, çünkü bir insan kendini ne kadar sınırlarsa, öte yandan sonsuza o kadar yakın olur; 
işte böyle dünyadan kopuk yaşayanlar, özel yapıları içinde karınca gibi, 
dünyanın tuhaf ve eşi benzeri olmayan bir maketini kurarlar. (s.20)

Temmuz 22, 2015

Oscar Wilde'ın "Vefalı Dost"u...

Küçük Hans’ın birçok dostu varmış, ama en vefalı dostu, koca Değirmenci Hugh imiş
Zengin Değirmenci, Hans’a o kadar bağlıymış ki, ne zaman bahçesinin yakınından geçse, duvarın üstünden uzanıp iri bir buket çiçek veya salatalık bir demet ot toplar, meyve mevsiminde ceplerini erikle, kirazla doldururmuş muhakkak.

Gerçi komşuları, değirmeninde istif edilmiş yüz çuval unu, altı ineği, bol yünlü koca bir koyun sürüsü bulunan Değirmenci’nin, küçük Hans’a, bahçesinden topladıklarına karşılık hiçbir şey vermemesini garip karşılarmış; ama Hans bu meselelere asla kafa yormazmış. 
Değirmenci’nin, gerçek dostlarının cömertliği konusunda söylediği harika sözleri dinlemek, onun için hayattaki en büyük zevkmiş.

Küçük Hans ilkbahar, yaz ve sonbahar mevsimlerinde çok mutluymuş, ama kış gelip de pazara götürecek meyvesi veya çiçeği olmadığında, soğukla, açlıkla mücadele eder, çoğu gece, akşam yemeği olarak birkaç kuru armut veya sert ceviz yermiş sadece. 
Ayrıca kışın çok da yalnızlık çekermiş, çünkü Değirmenci kış mevsiminde ona hiç uğramazmış.

Değirmenci’nin küçük oğlu, ‘Peki ama, küçük Hans’ı buraya çağıramaz mıyız?” demiş. 
‘Zavallı Hans’in başı dertteyse ben ona çorbamın yarısını verir, beyaz tavşanlarımı gösteririm.’

‘Sen ne salak çocuksun!’ diye haykırmış Değirmenci. 
‘Seni okula gönderiyoruz da ne oluyor, bilmem. Hiçbir şey öğrenemiyorsun. 
Oğlum, küçük Hans buraya gelse, sıcacık şöminemizi, güzel soframızı görse kıskanabilir; kıskançlık feci bir şeydir, herkesin kişiliğini bozar. 
Hans’in kişiliğinin bozulmasına izin verecek değilim. 
Ben onun en iyi dostuyum, onu daima kollamaya, baştan çıkarılmasını engellemeye niyetliyim. 
Hem Hans buraya gelirse, benden veresiye un isteyebilir, ben de böyle şeyler yapamam. 
Un başka, dostluk başka; ikisini karıştırmamak lazım. Zaten iki ayrı kelime, anlamları da çok farklı. Bunu kim olsa anlar.’ (s.31-32)

Temmuz 21, 2015

Oscar Wilde'ın "Mutlu Prens"i...


“Ben canlıyken ve yüreğim insan yüreğiyken,” diye cevap verdi heykel, “gözyaşlarının ne işe yaradığını bilmezdim, çünkü üzüntünün girmesine izin verilmeyen Kaygısızlık Sarayı’nda yaşardım. 

Gündüzleri arkadaşlarımla bahçede oyun oynardım, akşamsa Büyük Salon’da dansın başını çekerdim. Bahçenin etrafında çok gösterişli bir duvar vardı, fakat hiçbir zaman o duvarın gerisinde ne olduğunu merak etmedim, çevremdeki herşey o kadar güzeldi ki. 

Saray’dakiler Mutlu Prens derlerdi bana, gerçekten de mutluydum, eğer zevk içinde yaşamak mutluluksa. Öyle yaşadım ve öyle öldüm. Sonra da, ben öldükten sonra heykelimi buraya, böyle yükseğe diktiler; şehrimin bütün çirkinliğini, şehrimdeki bütün yoksulluğu görebileyim diye ve kalbim kurşundan da olsa ağlamamak elimden gelmiyor.” (s.5-6)

Gabriel Garcia Marquez'in "Kırmızı Pazartesi"si...

Santiago Nasar, onu öldürecekleri gün, piskoposun geleceği gemiyi karşılamak için sabah saat 5.30'da kalkmıştı. (s.9)