Gündüzleri arkadaşlarımla bahçede oyun oynardım, akşamsa Büyük Salon’da
dansın başını çekerdim. Bahçenin etrafında çok gösterişli bir duvar vardı,
fakat hiçbir zaman o duvarın gerisinde ne olduğunu merak etmedim, çevremdeki
herşey o kadar güzeldi ki.
Saray’dakiler Mutlu Prens derlerdi bana, gerçekten
de mutluydum, eğer zevk içinde yaşamak mutluluksa. Öyle yaşadım ve öyle öldüm.
Sonra da, ben öldükten sonra heykelimi buraya, böyle yükseğe diktiler; şehrimin
bütün çirkinliğini, şehrimdeki bütün yoksulluğu görebileyim diye ve kalbim
kurşundan da olsa ağlamamak elimden gelmiyor.” (s.5-6)