Küçük Hans’ın
birçok dostu varmış, ama en vefalı dostu, koca Değirmenci Hugh imiş.
Zengin
Değirmenci, Hans’a o kadar bağlıymış ki, ne zaman bahçesinin yakınından geçse,
duvarın üstünden uzanıp iri bir buket çiçek veya salatalık bir demet ot toplar,
meyve mevsiminde ceplerini erikle, kirazla doldururmuş muhakkak.
Gerçi komşuları,
değirmeninde istif edilmiş yüz çuval unu, altı ineği, bol yünlü koca bir koyun
sürüsü bulunan Değirmenci’nin, küçük Hans’a, bahçesinden topladıklarına
karşılık hiçbir şey vermemesini garip karşılarmış; ama Hans bu meselelere asla
kafa yormazmış.
Değirmenci’nin, gerçek dostlarının cömertliği konusunda
söylediği harika sözleri dinlemek, onun için hayattaki en büyük zevkmiş.
Küçük Hans ilkbahar,
yaz ve sonbahar mevsimlerinde çok mutluymuş, ama kış gelip de pazara götürecek
meyvesi veya çiçeği olmadığında, soğukla, açlıkla mücadele eder, çoğu gece,
akşam yemeği olarak birkaç kuru armut veya sert ceviz yermiş sadece.
Ayrıca
kışın çok da yalnızlık çekermiş, çünkü Değirmenci kış mevsiminde ona hiç
uğramazmış.
Değirmenci’nin
küçük oğlu, ‘Peki ama, küçük Hans’ı buraya çağıramaz mıyız?” demiş.
‘Zavallı
Hans’in başı dertteyse ben ona çorbamın yarısını verir, beyaz tavşanlarımı
gösteririm.’
‘Sen ne salak
çocuksun!’ diye haykırmış Değirmenci.
‘Seni okula gönderiyoruz da ne oluyor,
bilmem. Hiçbir şey öğrenemiyorsun.
Oğlum, küçük Hans buraya gelse, sıcacık
şöminemizi, güzel soframızı görse kıskanabilir; kıskançlık feci bir şeydir, herkesin
kişiliğini bozar.
Hans’in kişiliğinin bozulmasına izin verecek değilim.
Ben
onun en iyi dostuyum, onu daima kollamaya, baştan çıkarılmasını engellemeye
niyetliyim.
Hem Hans buraya gelirse, benden veresiye un isteyebilir, ben de
böyle şeyler yapamam.
Un başka, dostluk başka; ikisini karıştırmamak lazım.
Zaten iki ayrı kelime, anlamları da çok farklı. Bunu kim olsa anlar.’ (s.31-32)