O gün çok kuvvetle hissettim ki erkekler, kayıtsız oldukları zaman, umumiyetle tabiî bir surette hiçbir kuvvet sarf etmeden kayıtsızdırlar. Halbuki kadınlar, benim gibi yirmi beşine gelmiş, daha çok kafasıyla yaşamış müstakil ruhlu bir kız bile, gerçekten kayıtsız olmak için hayli derûnî bir emek sarf etmek mecburiyetindedir. (s.25)
Hayatın nâzımı, fiillerin hâkimi, kim ne derse desin, yüzde doksan histi. (s.53)
Kalbin tırnağı olsa acıdan kendi kendine sökülecek kadar ıstırap veren bu derdin ne manâsı ve ne hazzı vardır! (s.56)
İçimde bir şeyin yırtamayacağı ağır, kesif, elle tutulacak kadar katı bir sıkıntı vardı. Gözlerim kupkuru, dudaklarım gergindi. (s.59)
Ayastefanos'un ne garip ve çıplak bir ışığı var! İstanbul'dan sonra buraya gelince insana üstünden tentesi kalkmış bir çardakta oturuyorum hissi geliyor. (s.61)
Tıpkı akşamki gibi iki kudretli tel çeşitli istikametlere kalbimi çekiyor, ikiye bölüyordu. Artık açıkça biliyorum ki, hayatta Saffet veyahut Hasan Bey'i seçmekle mesut olmak imkânı yoktu, daima mevcut olmayan taraf için hasret çekecektim. (s.94)
Aşktan ölenler ne cennete ne cehenneme gidebilirler. Onlar için ebediyet olmaz, onlar cennet ve cehennemi yaşamışlar ve ruhları heyecanlarına, coşkunluklarına sarf edilmiş, bitmiş, yok olmuştur. -Sully Praudhomme- (s.145)
Avrupa'nın güya asrî kadını! Birinci mevki yerlerden, eğlencelerden oldukça kaçar, daima ikinci mevkilerde oturur, tiyatrolarda locaya gitmez, yüzünü boyamaz, babasının dünya kadar servetine rağmen, kendi hayatını kendi kazanır bir mahlûk. Güya asrî kadınlar hep böyle imişler. Halbuki bizde asrî kadın böyle değil, en çok süslenen, daima eğlence yerinden çıkmayan, çay ziyafetleri, kabul günleri, dans akşamları için, bir de buralarda arkadaşlarından iyi giyinmek emeliyle yaşayan kadına bu ismi verirler, değil mi? (s.158)
Bilmem hangi mütefekkir dört parça elmayı birbiri ardına yiyen bir insanın birincisi kadar ikincisinden lezzet alamayacağını, üçüncü ve dördüncüsünü sıra ile, daima [daha] az tatlı olduğunu iddia etmiş, bunu da aşkın nasıl geçici bir şey olduğunu, itiyadın ihtirası nasıl azalttığını ispat için bana söyledi. Halbuki öyle itiyatlar, aşklar oluyor ki, bir defa temas ettiniz mi bütün ömrünüzde o temasın, o itiyadın esirisiniz. (s.167)
İnsanların kalbinde ev sahibi olmak mümkün değildir. (s.179)
Masanın başına oturunca beni yazı yazacak kadar hayatla alâkadar edebilecek bir şeyin varlığına şaşıyorum. (s.207)