Bir insan kendi talihsizliklerinin toplamıdır, bir gün gelir talihsizlik de yorulur sanırsın sen ama zaten senin talihsizliğin zamanın kendisi olur.
"Saflık, olumsuz bir durumdur ve bu yüzden doğaya aykırıdır..." Quentin, işlediği suça bahane bulmak ister ve babasının bu sözüne, ruhunu yatıştırmak için yapışır adeta.
Babam saatler zamanı öldürürler demişti. Zaman demişti, küçük çarkların tik taklarından oluşup kaldıkça ölmüş demektir; ancak saatler durursa zaman canlanır.
Kasım 26, 2012
Kasım 24, 2012
Jose Saramago'nun "Körlük"ü...
... zaman, kumar masasında karşımızda oturan öteki kumarbazdır ve bütün kartlar onun elindedir, bizler ancak yaşam karşılığında o masadan bir şeyler kazanırız. (s.351)
... terk edildiğinde yaşam ne kadar kırılgan. (s.256)
Kasım 14, 2012
Kafka'nın "Akbaba"sı...
Bir akbaba vardı, ayaklarımı gagalıyordu. Çizme ve çoraplarımı didik didik etmiş, sıra ayaklarıma gelmişti. Durup dinlenmeden gagalıyordu; arada bir havalanıp çevremde tedirgin dolanıyor, sonra yine çalışmasını sürdürüyordu. Derken bir adam geçti karşıdan, bir süre durumu izledi, sonra niçin akbabaya ses çıkarmadığımı sordu. "Ne yapabilirim ki!" dedim. "Geldi, haydi gagalamaya başladı; kuşkusuz ilkin kovmak istedim, hatta boğacak oldum kendisini; ancak böyle bir hayvanın gücüne diyecek yok. Baktım hemen suratıma atlayacak, ben de ayaklarımı gözden çıkarmayı uygun buldum; artık didik didik edilmelerine de bir şey kalmadı."
Kasım 08, 2012
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın "Huzur"u...
İhsan, bunları ne güzel anlardı. Bir gün "Her ninnide milyonlarca çocuk başı ve rüyası vardır" demişti. (s:23)
Ekim 07, 2012
İhsan Oktay Anar'ın "Yedinci Gün"ü...
Cânım Efendim,
Şimdi çok uzaklardasınız. Ama hayır! Sinemde, kalbimin tâ derininde olduğunuzu lütfen biliniz. Sizi dâima görüyor, sizi yaşıyor ve sizi seviyorum. Kalbimi aşkınız çarptırıyor, nabzım sizin isminizi durmadan ve durmadan heceleyerek atıyor. Heyhât ki uzaklardasınız! Ama ben aşk kadar sabırsız, âşık kadar da sabırlıyım. Dâimâ sizi sevdim, seveceğim, bekledim, bekleyeceğim. Sizi kalp gözümle görüyorum. Şunu da asla unutmayın: Cennetim sizsiniz. Bir çift kanadım olup cennete yükselmem için kavuşmamız yeter. Sevincim beni kanatlandıracaktır. Aşkın beni uçurması için bir bûseniz yeter.
Şimdi çok uzaklardasınız. Ama hayır! Sinemde, kalbimin tâ derininde olduğunuzu lütfen biliniz. Sizi dâima görüyor, sizi yaşıyor ve sizi seviyorum. Kalbimi aşkınız çarptırıyor, nabzım sizin isminizi durmadan ve durmadan heceleyerek atıyor. Heyhât ki uzaklardasınız! Ama ben aşk kadar sabırsız, âşık kadar da sabırlıyım. Dâimâ sizi sevdim, seveceğim, bekledim, bekleyeceğim. Sizi kalp gözümle görüyorum. Şunu da asla unutmayın: Cennetim sizsiniz. Bir çift kanadım olup cennete yükselmem için kavuşmamız yeter. Sevincim beni kanatlandıracaktır. Aşkın beni uçurması için bir bûseniz yeter.
Hasretle,
Prenses Döjira
(s.92)
Prensesim,
Güzel gözlerinizden damlayan inci, okudukça beni meftûn eden mektubunuza değil, âdetâ içimi yakan cehennem alevine damlayıp söndürdü ve sinemdeki yaralara devâ oldu. O gül yaprağındaki şebnem misâli inci ki, ay kadar güzel, ay kadar hüzünlü ve ay kadar yalnız. Bana aşkınızı bahşettiğiniz için ne kadar mesudum, asla bilemezsiniz! Emin olunuz ki, aşk hakikîyse eğer, masallar da hakikîdir ve onların hakikî olduğuna artık inanıyorum. Lütfen bana istediğiniz masalı anlatınız, inanırım. Cüceleri, büyücüleri, devleri anlatınız, artık inanırım. Beni sevdiğinizi anlatınız, çocuk gibi inanırım. Çünkü güzel gözlerinizden kâğıda damlayan o inci tanesi, benim artık yegâne hazinem ve onu kalbimde saklayacağım. Çünkü kalbim artık sizin için atıyor ve sizin için sükûn bulmaya hazır. Tehlikeli de olsa denilenleri yapmaya hazır bir bîçâre ve cennetime, yani size kavuşmaktan başka hiçbir çâresi olmayan bir aşk hastasıyım artık.
Aşkla,
İhsan Sait
(s.95)
Ağustos 27, 2012
Dostoyevski'nin "Kumarbaz"ı...
Söylediklerim budalaca mı, akıllıca mı, umursadığım yok. Bildiğim bir şey varsa o da yanınızda konuşmam, durmadan konuşmam gerektiğidir. Konuşuyorum işte. Tüm gururumu yitiriyorum yanınızdayken. Bunu da umursadığım yok.
Ağustos 24, 2012
Italio Calvino'nun "Ağaca Tüneyen Baronu"...
Sözün özü, bütün hikâye anlatanlar gibi taşkınlığa kapılmıştı, gerçekten başından geçenlerin mi, yoksa eskiler yâd edildiği zaman onların anısıyla geri gelen, içinde duygu kırıntılarının, sıkıntıların, mutlulukların, kararsızlıkların, böbürlenmelerin, kendinden tiksinmelerin yer aldığı geçmiş saatler denizinin mi ya da hani yüksekten attıkça her şeyin pek kolay göründüğü, ama değiştire değiştire anlattıkça sonunda ille de gerçekte yaşanan veya yaşarken ne olduğu görülen şeylere geri dönüldüğünün anlaşıldığı tamamıyla uydurmanın mı daha güzel olduğunu kestiremiyordu.
Cosimo henüz, yaşama isteğinin anlatma isteğine ağır bastığı, yeterince şey anlatacak kadar yaşanmadığına inanıldığı yaşlardaydı, dolayısıyla ava çıkıyor, haftalarca ortalıkta görünmüyor, sonra kuyruğundan tuttuğu ağaçsansarları, porsuklar ve tilkilerle meydandaki ağaçların üstünde beliriyor, Ombrosalı aylaklara yeni hikâyeler anlatıyor, bunlar gerçekken anlattıkça uyduruklaşıyor, uydurdukça gerçek oluyordu.
Harper Lee'nin "Bülbül'ü Öldürmek"i...
Ağabeyim Jem on üç yaşındayken, kolu dirseğinden çok kötü kırılmıştı. İyileşip de bir daha asla futbol oynayamayacağı korkusu yatıştıktan sonra sakatlığını neredeyse unuttu. Sol kolu, sağından bir parça kısa kalmıştı. Ayaktayken ya da otururken, elinin ayası bedeniyle dik bir açı yapacak biçimde ayrık dururdu.
Ama o top oynayabildiği sürece bunlara hiç aldırış etmezdi.
(s:1)
Ağustos 23, 2012
Orhan Pamuk'un "Masumiyet Müzesi"...
Hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum.
Bilseydim, bu mutluluğu koruyabilir, her şey de bambaşka gelişebilir miydi?
(s:1)
Her akıllı insan hayatın güzel bir şey olduğunu, amacının da mutlu olmak olduğunu bilir.
Ama sonra yalnızca aptallar mutlu olur.
(s.172)
Bilseydim, bu mutluluğu koruyabilir, her şey de bambaşka gelişebilir miydi?
(s:1)
Her akıllı insan hayatın güzel bir şey olduğunu, amacının da mutlu olmak olduğunu bilir.
Ama sonra yalnızca aptallar mutlu olur.
(s.172)
Ağustos 21, 2012
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın "Saatleri Ayarlama Enstitüsü"...
Saatin kendisi mekan, yürüyüşü zaman, ayarı insandır.
Ayar, saniyenin peşinden koşmaktır.
Sevgi dediği şey hakikatte musallat bir fikirdi. O ancak elde etmekten hoşlanan insandı. Bir de kaybedeceğini anladığı zaman sevebilirdi.
Hayat benim için iki eli cebinde uydurulan bir masaldı.
Ben aşktan daima kaçtım. hiç sevmedim. Belki bir eksiğim oldu. Fakat rahatım. Aşkın kötü tarafı insanlara verdiği zevki eninde sonunda ödetmesidir. Şu veya bu şekilde... Fakat daima ödersiniz... Hiçbir şey olmasa, bir insanın hayatına lüzumundan fazla girersiniz ki bundan daha korkunç bir şey olamaz... Halit Ayarcı
Fakat hayır, bütün bunları yapabilmek, kendisini alışkanlıklarının dışında denemek için başka türlü adam olmak lazımdı. koşmak, kımıldamak, atılmak, istemek, isteyişinde devam etmek lazımdı. bütün bunlar benim için değildi. ben biçare bir gölge idim. yanımdan biraz sürtünerek geçen her adamın peşine takılan, ondan ayrılır ayrılmaz, iki kedi yavrusu gibi birbirine sokulan, birbirinin kucağında gülen, ağlayan iki çocukla çapaçul, biçare bir gölge... gül! dedikleri yerde gülen, ağla veya konuş dedikleri yerde konuşan, ağlayan, enteresan buldukları zaman enteresan olan, yüzüne bakmadıkları gün mevcut olmayan biçarenin biri. Hayri İrdal
Her şeyde bir çocuk saçı yumuşaklığı var.
Bazı insanların ömrü vakit kazanmakla geçer. Ben zamana, kendi zamanıma çelme takmakla yaşıyordum.
Ben şimdi saatlerimi üşengeçliğe ayarladım. Yarına üşeniyorum mesela o yüzden bu gün dün.
Hepimiz kendi masallarımızın kurbanıyız.
Şu hakikati kendi hayatım bana öğretti: insanoğlu insanoğlunun cehennemidir. bizi öldürecek belki yüzlerce hastalık, yüzlerce vaziyet vardır. fakat başkasının yerini hiçbiri alamaz.
Bir reçel kavanozuna düşmüşüm gibi bütün ömrümce tatmadığım bir yığın tatlı serzenişler içinde yavaş yavaş boğuluyordum.
Miguel De Cervantes'in "Don Kişot"u...
Böyledir işte kadınlar!
Kendilerini seveni küçümserler, nefret edeni de çılgınlar gibi severler.
Kendilerini seveni küçümserler, nefret edeni de çılgınlar gibi severler.
Peyami Safa'nın "Matmazel Noraliya'nın Koltuğu"
Aşkın gıdası mesafe.
Aşk bir melekedir.
Onun tekniği uzun bir histerinin şiddetli bir ihtiyaç haline getirdiği samimiliği bertaraf eden bir ustalık istiyor.
Aşk bir hayaldir.
Ve realitenin bu kadar bol ışığına dayanamaz. Onun kendisine göre bir itiraf tekniği olmalı. (s.297)
Aşk bir melekedir.
Onun tekniği uzun bir histerinin şiddetli bir ihtiyaç haline getirdiği samimiliği bertaraf eden bir ustalık istiyor.
Aşk bir hayaldir.
Ve realitenin bu kadar bol ışığına dayanamaz. Onun kendisine göre bir itiraf tekniği olmalı. (s.297)
Şeyh Galib'in "Hüsn ü Aşk"ı...
Beni Muhabbet Kabilesi'nde, aynı gecede biri kız diğeri erkek iki çocuk doğar. Kıza HÜSN (güzellik), erkeğe de AŞK adı verilir. Kabile büyükleri birleşip bu iki çocuğu doğdukları gün birbirine nişanlar. Hüsn ve Aşk okul çağına gelince "Mektep-i Edeb"e giderler, burada Molla-yı Cünun'dan ders alırlar. Daha sonra bu okulda birbirlerine aşık olurlar.
Hüsn ve Aşk'a, Sühan adında her şeyi bilen ve her kılığa giren bir ihtiyar yardım eder. Aşk, Hüsn'ü babasından ister. Kabilenin büyükleri bunun zorlu bir sınavı verdikten sonra gercekleşebileceğini söylerler.
Buna göre Aşk, gam ülkesini aşacak, mumdan gemi ile ateş denizini geçecek, bin başlı ejderhayı öldürecek, cin ve devlerle savaşacak, sonunda kalp diyarına varıp oradaki iksiri alıp gelecektir. Bunu yaparsa Hüsn ona verilecektir.
Aşk, Gayret ve Sühan'ın yardımıyla bunu basarır ve Hüsn'e kavuşur.
Temmuz 19, 2012
Orhan Pamuk'un "Kara Kitap"ı...
Okurlar bütünüyle kötü ve bütünüyle iyi birinden sıkılırlar hep. (s.93)
Mutluluk, insanın bilinçle istediği hayatı yaşaması. (s.130)
Hafızamızın, biz yaşlandıkça fazla yük taşımak istemeyen huysuz bir yük hayvanı gibi attığı ağırlıklar en sevmediği yükler midir, en ağırları mı, yoksa en kolay düşenler mi? (s.135)Mutsuzluktan tıkanacak gibi oldum. (s.135)
Onların tatsız ve yavan masallarının değil de, kendi hayallerimin bahçesinde gezinmekten öyle memnundum ki. (s.179)
Kendim olamazsam onların olmamı istedikleri biri oluyorum ve onların olmamı istedikleri o insana hiç katlanamıyorum ve onların olmamı istedikleri o dayanılmaz kişi olacağıma hiçbir şey olmayayım daha iyi diye düşünüyordum. (s.180)
Bir başkasının belleğini ağır ağır edinmekten başka neydi ki okumak? (s.312)
Uykunun en güzel yanının insanın olduğu kişiyle bir gün yerine geçeceğine inanmak istediği kişi arasındaki gözyaşartıcı uzaklığın unutulması olduğu kadar, duyduklarıyla hiç duymadıklarını, gördükleriyle hiç görmediklerini ve bildikleriyle hiç bilmediklerini huzurla birbirine kavuşturmabilmesi olduğunu bir kere daha anladı. (s.352)
Bütün anılardan, eşyalardan ve kitaplardan daha çekilmez olanı insanlardır. (s.411)
Sinemadan çıkan kalabalığın yüzünde bir hikayeye gırtlaklarına kadar gömülebildikleri için kendi mutsuzluklarını unutan insanların huzuru vardı. (s.220)
Dünya dediğimiz rüyalar alemi, bir uykudagezerin şaşkınlığı içinde kapısından giriverdiğimiz bir evse eğer, edebiyatlar da, alışmak istediğiniz bu evin odalarına asılmış duvar saatlerine benzerler. (s.152)
Sanki ben ben değildim. Sanki olmam gereken kişi peşimdeydi. (s.138)
Mutluluk, insanın bilinçle istediği hayatı yaşaması. (s.130)
Hafızamızın, biz yaşlandıkça fazla yük taşımak istemeyen huysuz bir yük hayvanı gibi attığı ağırlıklar en sevmediği yükler midir, en ağırları mı, yoksa en kolay düşenler mi? (s.135)Mutsuzluktan tıkanacak gibi oldum. (s.135)
Onların tatsız ve yavan masallarının değil de, kendi hayallerimin bahçesinde gezinmekten öyle memnundum ki. (s.179)
Kendim olamazsam onların olmamı istedikleri biri oluyorum ve onların olmamı istedikleri o insana hiç katlanamıyorum ve onların olmamı istedikleri o dayanılmaz kişi olacağıma hiçbir şey olmayayım daha iyi diye düşünüyordum. (s.180)
Bir başkasının belleğini ağır ağır edinmekten başka neydi ki okumak? (s.312)
Uykunun en güzel yanının insanın olduğu kişiyle bir gün yerine geçeceğine inanmak istediği kişi arasındaki gözyaşartıcı uzaklığın unutulması olduğu kadar, duyduklarıyla hiç duymadıklarını, gördükleriyle hiç görmediklerini ve bildikleriyle hiç bilmediklerini huzurla birbirine kavuşturmabilmesi olduğunu bir kere daha anladı. (s.352)
Bütün anılardan, eşyalardan ve kitaplardan daha çekilmez olanı insanlardır. (s.411)
Sinemadan çıkan kalabalığın yüzünde bir hikayeye gırtlaklarına kadar gömülebildikleri için kendi mutsuzluklarını unutan insanların huzuru vardı. (s.220)
Dünya dediğimiz rüyalar alemi, bir uykudagezerin şaşkınlığı içinde kapısından giriverdiğimiz bir evse eğer, edebiyatlar da, alışmak istediğiniz bu evin odalarına asılmış duvar saatlerine benzerler. (s.152)
Sanki ben ben değildim. Sanki olmam gereken kişi peşimdeydi. (s.138)
Temmuz 16, 2012
Ernest Hemingway'in "Yaşlı Adam ve Deniz"i...
Küçük teknesiyle körfez akıntısında yalnız başına avlanan yaşlı bir balıkçı idi.
Seksen dört gündür tek bir balık tutamamıştı. İlk kırk gün yanında bir çocuk vardı. Onca zaman hiç avlanamayınca çocuğun ana-babası, yaşlı adamın kesinlikle uğursuzun biri olduğunu, artık onunla balığa çıkmamasını söylediler çocuk da onların buyruğuna uyarak, ilk hafta üç büyük balık yakalayan başka bir tekneye katıldı. Yaşlı adamın her gün boş tekne ile geri gelişine üzülen çocuk her zaman kıyıya iniyor, zıpkını, dürülmüş ipleri ya da direğe sarılı yelkeni taşımasına yardım ediyordu. Un çuvalı parçalarıyla yamanmış yelken, direğin üzerinde sürekli bir yenilginin bayrağı gibiydi.
Yenilmedim aslında, belki biraz fazla açıldım, o kadar...
Seksen dört gündür tek bir balık tutamamıştı. İlk kırk gün yanında bir çocuk vardı. Onca zaman hiç avlanamayınca çocuğun ana-babası, yaşlı adamın kesinlikle uğursuzun biri olduğunu, artık onunla balığa çıkmamasını söylediler çocuk da onların buyruğuna uyarak, ilk hafta üç büyük balık yakalayan başka bir tekneye katıldı. Yaşlı adamın her gün boş tekne ile geri gelişine üzülen çocuk her zaman kıyıya iniyor, zıpkını, dürülmüş ipleri ya da direğe sarılı yelkeni taşımasına yardım ediyordu. Un çuvalı parçalarıyla yamanmış yelken, direğin üzerinde sürekli bir yenilginin bayrağı gibiydi.
Yenilmedim aslında, belki biraz fazla açıldım, o kadar...
Temmuz 13, 2012
Hasan Ali Toptaş'ın "Gölgesizler"i...
Kendini kendi varlığında bir kez daha yok edenlere ne yapılabilir ki?
Her kadının gözünde bir erkeğin kaybolup gideceği boşluk bulunduğuna inanmıştı.
Her kadının gözünde bir erkeğin kaybolup gideceği boşluk bulunduğuna inanmıştı.
Ivan Gonçarov'un "Oblomov"u...
Biliyor musun Andrey, benim asıl sorunum içimde ne yakıcı ne de kurtarıcı hiçbir ateşin yanmaması. Hayatımda hiçbir zaman başkalarınınki gibi gittikçe renklenen, parlak bir güne çevrilen bir sabah olmadı; bir sabah ki yakıcı öğlesi geçtikten sonra yavaş yavaş solsun ve kendiliğinden akşama karışsın. Hayır, benim hayatım sönük başladı. Tuhaf, fakat böyle. Kendimi bilir bilmez sönmeye başladığımı hissettim.
Birbirimizi o kadar çabuk, o kadar umulmadık bir şekilde sevdik ki ansızın hastalanmış gibi olduk. Bu yüzden kendime daha erken gelemedim.
Birbirimizi o kadar çabuk, o kadar umulmadık bir şekilde sevdik ki ansızın hastalanmış gibi olduk. Bu yüzden kendime daha erken gelemedim.
Temmuz 11, 2012
Balzac'ın "Vadideki Zambak"ı...
Baştan başa aşk içinde geçen bu hayat, doğa yasaları bakımından uğursuz bir ayrıcalıktır. Her çiçek solar, bütün mutlulukların ertesi günü kötüdür, ertesi günü varsa. Gerçek hayat bir sıkıntıdır.
Oğuz Atay'ın "Günlük"ü...
İlişkilerinden anlaşılıyor ki hiçbir tutkusu yok, tutkuyu romanları, hikayeleri için araç olarak kullanıyor, yerleri de: Eski eserleri, kalıntıları inceliyor aynı amaçla. Dönüp dönüp bakıyor aynı yerlere: maddi hata yapmamış olmak için. Hesaplı bir yazar, işine yaramayanlarla da ilgilenmiyor ve işi bitince de ilişkiyi kesiyor.
Sabahattin Ali'nin "İçimizdeki Şeytan"ı...
''Bazan bütün insanları boyunlarına sarılıp öpecek kadar seviyorum, bazan da hiçbirinin yüzünü görmek istemiyorum. Bu nefret falan değil..insanlardan nefret etmeyi düşünmedim bile. Sadece bir yalnızlık ihtiyacı.
Öyle günlerim oluyor ki, etrafımda küçük bir hareket, en hafif bir ses bile istemiyorum.
Taşıp dökülecek kadar kendi kendimi doyurduğumu hissediyorum. Kafamda hiçbir şeyle değişilmesi mümkün olmayan muazzam hayaller, bana her şeylerden daha kuvvetli görünen fikirler birbirini kovalıyor...
Fakat sonra birdenbire etrafımda bana yakın birini arıyorum. Bütün bu beynimde geçen şeyleri teker teker uzun uzun anlatacak birini. O zaman ne kadar hazin bir hal aldığımı tasavvur edemezsiniz. Kış günü sokağa atılmış üç günlük bir kedi yavrusu gibi kendimi zavallı hissediyorum.
Odamdaki duvarlar birdenbire büyüyüveriyor.
Pencerelerin dışındaki şehir ve hayat bir anda, insanı içinde boğacak kadar kudretli ve geniş oluyor...
Zannediyorum ki, tasavvuru bile baş döndüren bir süratle hiç durmadan koşup giden bu hayat ve bir avuç toprağın bile doğru dürüst esrarına varamadığımız bu karmaşık dünya beni bir buğday tanesi, bir karıca gibi ezip geçiverecek. Böyle acz içindeyken odamda her şey bana küçüklüğümü ve zavallılığımı haykırıyor. Sokağa fırlıyorum. Bir tek çehre görsem de yanında yürüsem, hiç ses çıkarmadan yürüsem diyorum. Halbuki ara sıra karşılaştığım ahbapları görmemezliğe geliyorum. Hiçbiri bana bu anda yardıma çağrılacak kadar yakın görünmüyor. Bilmem beni anlıyor musunuz?...''
Öyle günlerim oluyor ki, etrafımda küçük bir hareket, en hafif bir ses bile istemiyorum.
Taşıp dökülecek kadar kendi kendimi doyurduğumu hissediyorum. Kafamda hiçbir şeyle değişilmesi mümkün olmayan muazzam hayaller, bana her şeylerden daha kuvvetli görünen fikirler birbirini kovalıyor...
Fakat sonra birdenbire etrafımda bana yakın birini arıyorum. Bütün bu beynimde geçen şeyleri teker teker uzun uzun anlatacak birini. O zaman ne kadar hazin bir hal aldığımı tasavvur edemezsiniz. Kış günü sokağa atılmış üç günlük bir kedi yavrusu gibi kendimi zavallı hissediyorum.
Odamdaki duvarlar birdenbire büyüyüveriyor.
Pencerelerin dışındaki şehir ve hayat bir anda, insanı içinde boğacak kadar kudretli ve geniş oluyor...
Zannediyorum ki, tasavvuru bile baş döndüren bir süratle hiç durmadan koşup giden bu hayat ve bir avuç toprağın bile doğru dürüst esrarına varamadığımız bu karmaşık dünya beni bir buğday tanesi, bir karıca gibi ezip geçiverecek. Böyle acz içindeyken odamda her şey bana küçüklüğümü ve zavallılığımı haykırıyor. Sokağa fırlıyorum. Bir tek çehre görsem de yanında yürüsem, hiç ses çıkarmadan yürüsem diyorum. Halbuki ara sıra karşılaştığım ahbapları görmemezliğe geliyorum. Hiçbiri bana bu anda yardıma çağrılacak kadar yakın görünmüyor. Bilmem beni anlıyor musunuz?...''
Oğuz Atay'ın "Tutunamayanlar"ı...
- Gözden ırak olan gönülden de ırak olur mu efendimiz?
- Hayır Olric. Yüreğinde bir yer açıp oraya oturttuğun her kimse, seninle birlikte gider her yere.
Bir silgi gibi tükendim ben. Başkalarının yaptıklarını silmeye çalıştım: mürekkeple yazmışlar oysa. ben, kurşunkalem silgisiydim. Azaldığımla kaldım...
Ne demek yazmak? Yazmak, kendi düşünceleriyle ilgili bir belge ortaya koymak. Ne kadar ürkünç bir iş. Kafamın içinde belirsiz yaratıklar olarak yüzen ve sadece var olmalarıyla yetindiğim cisimciklerin resmini çizmek. Rüyaların resmini çizmek kadar güç. (s510)
Sevmek zor geliyor. Alışmamışım yoruluyorum. Her an sevdiğimi düşünemiyorum. Bazen atlıyorum. Boşluklar oluyor. Bunları boş sözlerle doldurmaya çalışıyorum. Oysa ben her an sana bakmak, bir sözünü kaçırmamak; bir kıpırdanışını, yüzünün her an değişen bütün gölgelerini izlemek, her an yeni sözler bulup söylemek istiyorum. Her mevsimde, her gittiğimiz yerde, insanlarla ve insanlarsız, aşkın değişen yansımalarını görmek istiyorum. Bütün bunlar beni yoruyor. Sen orada duruyorsun ve beni seyrediyorsun sadece. Senin için sevmek, su içmek gibi rahat bir eylem. Ben, her an uyanık olmalıyım.
- Hayır Olric. Yüreğinde bir yer açıp oraya oturttuğun her kimse, seninle birlikte gider her yere.
Bir silgi gibi tükendim ben. Başkalarının yaptıklarını silmeye çalıştım: mürekkeple yazmışlar oysa. ben, kurşunkalem silgisiydim. Azaldığımla kaldım...
Ne demek yazmak? Yazmak, kendi düşünceleriyle ilgili bir belge ortaya koymak. Ne kadar ürkünç bir iş. Kafamın içinde belirsiz yaratıklar olarak yüzen ve sadece var olmalarıyla yetindiğim cisimciklerin resmini çizmek. Rüyaların resmini çizmek kadar güç. (s510)
Sevmek zor geliyor. Alışmamışım yoruluyorum. Her an sevdiğimi düşünemiyorum. Bazen atlıyorum. Boşluklar oluyor. Bunları boş sözlerle doldurmaya çalışıyorum. Oysa ben her an sana bakmak, bir sözünü kaçırmamak; bir kıpırdanışını, yüzünün her an değişen bütün gölgelerini izlemek, her an yeni sözler bulup söylemek istiyorum. Her mevsimde, her gittiğimiz yerde, insanlarla ve insanlarsız, aşkın değişen yansımalarını görmek istiyorum. Bütün bunlar beni yoruyor. Sen orada duruyorsun ve beni seyrediyorsun sadece. Senin için sevmek, su içmek gibi rahat bir eylem. Ben, her an uyanık olmalıyım.
Mart 21, 2012
Goethe'nin "Faust"u...
Şeytanı yakalayan, onu sıkıca tutmalıdır. Yoksa, yeniden ele geçiremez. (s:41)
Ölüm, yine de saygın bir konuk değildir. (s:43)
“Ey an, dur geçme ne güzelsin!"
Ölüm, yine de saygın bir konuk değildir. (s:43)
“Ey an, dur geçme ne güzelsin!"
Mart 13, 2012
Gabriel Garcia Marquez'in "Yüz Yıllık Yalnızlık"ı...
Dünya öyle çiçeği burnundaydı ki, pek çok şeyin adı yoktu ve daha bunlardan söz ederken parmakla işaret edip göstermek gerekirdi. (s:11)
Eşyanın da canı var. Bütün iş ruhlarını uyandırabilmekte. (s:12) (Melquiades, çingene)
İnsanın oturduğu toprakların altında ölüleri yoksa, o adam o toprağın insanı değildir. (s:24) (Jose Arcadio Buendia)
Eşyanın da canı var. Bütün iş ruhlarını uyandırabilmekte. (s:12) (Melquiades, çingene)
İnsanın oturduğu toprakların altında ölüleri yoksa, o adam o toprağın insanı değildir. (s:24) (Jose Arcadio Buendia)
İhsan Oktay Anar'ın "Suskunlar"ı...
Kulak şayet gerçeği anlarsa gözdür. - Mevlana
Her şeyi bilmek için, belki de hiçbir şey bilmemek gerektiğinden, ademoğullarından bazıları, bildikleri her şeyi unutmaya hayatlarını adadı.
Korku yüreksiz bir insanın nefreti, nefret de cesur bir insanın korkusudur.
Her şeyi bilmek için, belki de hiçbir şey bilmemek gerektiğinden, ademoğullarından bazıları, bildikleri her şeyi unutmaya hayatlarını adadı.
Korku yüreksiz bir insanın nefreti, nefret de cesur bir insanın korkusudur.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)